26 Kasım 2007 Pazartesi

GÖLLER BÖLGESİ TURUMUZ :))))

Bu hafta sonu evde oturmayalım, biraz gezelim dedik..Baktık , Isparta'nın turistik ve yazlık beldesi Eğirdir'e 2 yıl önce gitmişiz..Ee o vakit zamanı geldi dedik. Sabah kahvaltısının ardından yola koyulduk..
Ben Antalya - Isparta arasındaki yolu çok seviyorum. Şahane bir ormanlık alandan geçerken, ciğerlerinizi Torosların oksijeni ile doldurmak; buz gibi sularıyla şırıl şırıl akan derelerin yanından, üzerinden geçmek;ağaçların arasına gizlenmiş köy evlerini seyrederek yol almak, gerçekten de çok zevkli..
Ağaçlar rengarenk.. Biliyorum, bir çok bölgemize kış çoktan geldi. Ama burası Akdeniz; sonbahar kendini hissettirmeye şimdi başladı..Sararmış, kızarmış, dökülmüş yapraklar çamların yeşili ile öyle ahenkli ki, ruhunuza huzur dolmamasına imkan yok:)
Yolumuz üzerindeki Karacaören Baraj Gölü'nü görünce hemen molamızı verdik ve manzaranın tadını çıkardık..
Daracık dağ yollarını aşıp, düzlüğe indiğimiz anda, karşımıza Eğirdir Gölü çıkıverdi. Nasıl da dingin,sakin, huzur dolu..Karşıdaki dağların akisleri suyun üzerinde resmolmuşken, nerdeyse tüm gölü kaplayan su kuşları ile karşılaşıyorsunuz..
Balıkçı barınağını yuva kabul etmiş karabataklar,martılar, ördekler ve kazlar.. Hepsi bir arada.. Ama attığımız ekmekleri kapmak için kıyasıya yarışıyorlar:))
Eğirdir,turistik güzellikleri kadar tarihi yerleri ile de meşhur.. Bu konuda en iyi bilgiyi http://www.egirdir.bel.tr/turizm.asp adresinden alabilirsiniz.Eğirdir'in gölü dışında,tanınmasını sağlayan iki önemli kurumu var. Biri Dağ Komando Eğitim Alayı ve diğeri de Kemik Hastalıkları Hastanesi..
Sahil boyunda yer alan Kale kalıntılarının hemen karşısındaki Devran Baba Türbesi, çarşı içinde yer alan 1237 tarihinde yapılmış Hızırbey Camii, milli ve dini duyguları aynı anda depreştiriyor:)
Akşam yemeğimizi Big Apple Restaurant'ta afiyetle yemek ve ardından yürüyüş yapmak üzere, beldenin bir ucunda yer alan Yeşilada'ya gittik.Bu restaurant,pek çoğu içinde bizim en sevdiğimiz ve yemeklerini gerçekten beğendiğimiz yer.. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, diğerleri de hiç fena değil. Sezon ne olursa olsun her zaman müşterileri mevcut üstelik:)) Gitmek isteyenelere kiremitte çupra veya sazan ile patlıcan salatasını kesinlikle tavsiye ederim:))
Ada turu sırasında karşımıza bir anda çıkıveren Ayastafanos (Aya Stefanos ) kilisesi de oldukça tarihi bir kilise olarak, çok değerli..
Beldede her sezonda açık pansiyon ve oteller mevcut.Biz çok özel bir yerde kaldık..Göl manzarası ile uyanmak çok etkileyiciydi:)))
Bu gidişimizde Eğirdir'i daha çok sevdik nedense..Ülkemizde görülecek çook yer var arkadaşlar, lütfen tatillerinizi,ülkemizdeki farklı yerleri tanıyarak geçirmeye çalışın. Ekonomimizin de buna ihtiyacı var. Thailand'da budist felsefenin bir sonucu olarak halkı sürekli para harcadığı, alışveriş yaptığı için ekonomilerinin çok iyi olduğunu bizzat biz gördük:)))

15 Kasım 2007 Perşembe

SENTOSA ADASI VE ELVEDA UZAKDOĞU !!!!

Ada’ya teleferikle ulaşmak ve şehri bir de havadan izlemek, doğrusu oldukça keyifliydi. Sentosa Adası’nda bizi karşılayan ilk şey Singapur tarihinin anlatıldığı, ve bu anlatımın balmumu heykellerle canlandırıldığı bir müze oldu.
Singapur, en çok 200 yıllık bir geçmişi olan ve üstelik üç farklı milletten ( Çin, Malezyalı ve Hintli ) oluşan bir devlet. Şu kadarcık tarihlerini öyle bir konsept içinde anlatmışlar ki , sanki 800 yıllık bir tarihi izlemişcesine etkiliyorlar insanları. Adamlar o kadarcık geçmişlerini turizme açarak para kazanıyorlar. Şöyle bir düşündüm de, böyle bir müzeyi, kendi ülke tarihimiz için yapmaya kalksak herhalde, turizmde birinci ülke olurduk..Ama nerdeeee????
Neyse, adayı dolaşırken gezdiğimiz Orkide Bahçesi bizi gerçekten çok etkiledi. Bir çok orkideye ünlülerin (örneğin Lady Diana’nın) adı verilmiş. Ve halen ismi konmamış, ( son üretim ) orkideler var. “Bir tanesine de benim adımı versek” dedim ama nedense hiçbir yetkili beni dinlemedi! :) Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam 1870’li yıllarda yetiştirilmiş ilk orkideler, hala canlı ve hala orkide vermeye devam ediyordu. Doğrusu hayretler içinde kaldık..
Öğle yemeğinin ardından ( ki burada nihayet “bigmac”tan farklı bir yemek, “pizza” yiyebildik), unutulmaz UNDER WATER WORLD’ü gezmeye başladık.
Hayatım boyunca unutmayacağım bu yerde, hayatımız boyunca göremeyeceğimiz deniz mahluklarını gördük. Öyle güzel bir tünel yapmışlar ki, tamamen akvaryumdan yapılmış bu tünelin içinde yürüyen yolda duruyorsunuz ve başınızın üstünden köpek balıkları geçiyor. Yanınızda kılıç balıkları, diğer tarafta adını bile bilmediğim devasa balıklar… Biraz sonra karşınıza dev yengeçlerin olduğu bir başka akvaryum çıkıyor.. Her yerden şöyle sesler duyuyorsunuz: “ aaaaaaaaaaaaaaaaaaa, waaoooovvvv, oooooooooooooo…” : )))
Bu turun ardından verdiğimiz 2 saatlik mola esnasında, Starbucks'dan aldığımız kahvelerimizi yudumlarken, balon olmuş ayaklarımı biraz dinlendirme imkanı buldum.Ve tabi turumuzun son muhteşem gösterisini izlemek üzere, Ada'nın sahil kısmına yapılmış gösteri mekanına doğru ilerledik.
Bu son gösteri "Songs Of The Sea" harikaydı. Sahile kumların ardına seyirci sıraları konulmuş. Denizin kıyıya yakın kısmına ise bir sıra bungalow inşa edilmiş. Bu bungalowlar da ne , ne olacak şimdi acaba? diye düşünürken hava biraz kararıyor ve gösteri başlıyor..
Hologramlarla desteklenmiş muazzam bir ışık, ses ve su gösterisi izliyorsunuz. 4 genç şarkı söylüyorlar ve uyuyan bir güzele aşık olan içlerinden bir genç, büyülü şarkısını söyleyerek o güzeli uyandırmaya çalışıyor. Bu sırada, doğadaki 4 elementin gücü de anlatılıyor. Hava, su , ateş ve toprak.. 1,5 saat süren bu gösteri hepimizi çok etkiledi.. Umarım bir gün sizler de canlı canlı izleme şansını bulursunuz..
Veeee, her güzel şeyin bir sonu var.. Bizim yolculuğumuzun son durağı da Singapur Havaalanı oldu.. Çok güzel, çok yorucu, dolu dolu 10 gün süren bir yolculuk oldu. Hala o güzel, tatlı anıları yaşıyorum ve eminim çook uzun süre daha unutmayacağım..

13 Kasım 2007 Salı

MACERADA SON NOKTA : SİNGAPUR !!!

Evet, son günümüzü geçirmek üzere yolculuğumuzun başladığı yere, yani Singapur’a gitmek için sabah erken saatlerde yola çıktık. Bangkok Havaalanı’nda işlemlerimizi tamamlayıp Singapur Airlines ile 2,5 saatlik bir uçuşun ardından Singapur’a vardık.
Aynı sıcak ve nemli hava burada da karşıladı bizi. Ancak buranın Bangkok’dan pek çok farkı olduğunu söylemeliyim..
Singapur, çok düzenli, çok gelişmiş ve çok küçük bir şehir-devlet. Gelişmişliği ve düzeni henüz havaalanından çıkarken görüyorsunuz.
Yollar , caddeler pırıl pırıl. Bangkok ve Pattaya’nın aksine tertemiz ve kokusuz yollardan geçerek, meşhur Orchard Road’un yakınındaki, şahane otelimize vardık (Orchard Road bizim Bağdat Caddesi’nin üç misli büyük bir cadde ve tüm ünlü ve lüks markalara ait mağazalar yan yana). Biraz dinlenip eşyalarımızı bıraktıktan sonra, buradaki rehberimiz Kerem Bey’in bize tavsiye ettiği elektronikçinin bulunduğu alışveriş merkezine gittik.
Singapur’un elektronik konusunda ucuz olduğunu düşünenler yanılıyor. Kaliteli ve orijinal ürünler Türkiye fiyatları ile aynı. Ancak sahte ve içinde nasıl malzeme kullanıldığını bilmediğiniz ürünler ucuz. Elbette riske girmek istemeyen yabancılar, nedense ülkelerinde daha uygun şartlarda alabilecekleri ürünleri satın almak için kıyasıya bir mücadele içine giriyorlar. Açık söyleyeyim, özellikle arkadaşlarımızın İPod siparişleri için çok ürün baktık ama ülkemizdeki fiyatlar daha avantajlı geldi bize.
Baktık alışveriş yapmayacağız, biz de kendimizi şehrin güzelliğine adadık. Singapur’daki ilginç maceralarımızın biri de GECE SAFARİSİ oldu.
Kocaman bir hayvanat bahçesi düşünün. Ancak buranın tek farkı hayvanlar kafes ya da tellerin ardında değiller. Bir araca bindiriliyor ve gecenin sessizliğinde aranızda hiçbir engelin bulunmadığını düşünerek, aslanların, maymunların, leoparların, yarasaların, geyiklerin, su aygırlarının,uçan sincapların, domuzların arasında geziyorsunuz.
Gerçekten insana heyecan veren bu düşünceler içinde, ancak Tv ekranlarında görebildiğiniz hayvanlarla aranızda en çok 200 metre varken yanlarından geçmek…
Bu safari o kadar ilgi çekiyor ki, Amerikalılar aynı konsepti birebir alıp, kendi ülkelerinde uygulamaya karar vermişler. Dünyanın neresinde olursa olsun, böyle bir sistem gerçekten çok turist çekecektir. Keşke bizim ülkemizde de bu tip yatırımlar hayata geçirilebilse..
Gece safarisinin heyecanlı ve ilginç yorgunluğunu üzerimizden atmak için otelimize döndük. Ertesi sabah Singapur’da küçük bir şehir turunun ardından Sentosa Adası’na doğru yola çıktık..
E tabi, Sentosa Adası da yarınki yazımın konusunu oluşturacak:)))))

5 Kasım 2007 Pazartesi

PATTAYA : BU KADARINA PES !!!!

Timsah Çiftliği’nden sonra Pattaya’ya vardık. Burası Hint Okyanusu kenarında yer alan küçük bir sahil kenti. Halk kendini tamamen turizme adamış. Bir çoğunuz duymuşsunuzdur. Cinselliğin her türünün son derece rahatlıkla hemen her yerde yaşandığı bir yer burası. Açıkçası bazı manzaralar bizim midemizi kaldırdı. Yaşlı Avrupalı erkeklerin yanında küçücük kızlar..Her yerde davetkar kızların ya da travestilerin müşteri beklediği barlar..Burada seks yaşı 10-11 miş. Üzüntümüzü ve duygularımızı dile getirmem çok zor..
bu fotoyu ben çekmedim, netten bulmuştum, ama kaynağı hatırlamıyorum..
Hamile kadınların erkek çocuk doğurduklarında,durumun üzüntüyle karşılandığı bir yerdeyiz. Kadın burada çok ama çok para ediyor, o nedenle etraf travesti kaynıyor.. Rehberimiz Burak’ın söylediği gibi “Dünyanın en güzel kızlarını burada görebilirsiniz. Ancak kadın olup olmadığından asla emin olamazsınız..” Pattaya’daki ilk günümüzün akşamı Alcazar Show’a gittik. İnanılmaz bir sahne. Muhteşem dekorlar ve giysiler..Bu şovu 5 milyondan fazla kişi izlemiş. 1 saat süren bu şovda, bu sapkın eğilimin bir nevi övüldüğünü ve normalleştirildiğini hissediyorsunuz. Ancak ne yalan söyleyeyim, kendimi Paris’te hissettim ben. Giysiler, aksesuarlar ve dekorlar harikaydı. Ağzımız bir karış açık, “bunlar erkek olamaz” diye izledik şovu.. Şov sonrası para karşılığında hatıra fotoğrafı çektirenleri izlerken , “hepsi mi erkek?” diye sorduk hatta.. ( Bu arada, dünyada paranın en çok sevildiği yer Pattaya herhalde...)
Ertesi gün sabah sahilden bizi alan bir tekneyle Hint Okyanusu’ndaki binlerce adadan biri olan Mercan Adası’na doğru yola çıktık.. Burada doğaya asla zarar vermeden, turizmcilik nasıl yapılır bunu açıkça gördüm. Tamamen doğal bir ortamda birkaç basit tesis yapılmış. Adadaki hiçbir şeye zarar verilmiyor. Ve turist kaynıyor.
Jet ski ve tekneler de olmasa kendinizi ıssız bir adada hissedebilirsiniz..Bembeyaz kumlar ve turkuaz rengi bir denizdeyken kendi kendime, “Allah’ım Hint Okyanusu’ndayım şu anda, Kızıldeniz ‘den sonra burayı da bize nasip ettin, şükürler olsun” dedim..
Mercan Adası dönüşü bizi toptancıya götüren ve para harcamamız için bize izin veren sevgili rehberimiz, ertesi gün için Nong Noach doğal parkına, (botanik bahçesi) gidiş saatimizi belirledi.
Nong Noach, Thailand’ın 70’li yıllarda çok sevilen bir şarkıcısıymış .Bizdeki Sezen Aksu gibi… Devlete ait bir arazide, kendine bir yer almış ve ziyaretçileri arttıkça burayı büyütmüş. Koskoca bir arazide muhteşem bir botanik park yapılmış .
harika çiçeklerden sadece biri. Thailand geleneksel dansları, Thai Boks karşılaşması ve fillerin de yer aldığı bir savaş gösterisini izledikten sonra, parkı gezmeye başladık.
Fillerin gösterisi muhteşemdi. Resim yapıyor, futbol,basketbol , dart oynuyorlar.. Dans ediyor ve çok güzel gösteriler sergiliyorlardı.. İki küçük gorille hatıra fotoğrafları çektirenlerin halleri çok hoştu. Ben de tabi çektirmek istedim, ancak küçük gorilin tacizine uğradım. Bana sarıldığı elini tişörtümün içine sokuverdi. Ben çığlık çığlığayken eşim fotoğraflarımı çekmeye çalışıyordu ancak maalesef çekilen fotoyu bulamadım..Anısıyla yetinmek zorundayım : )))
Fil safarisinin bu kadar bel ağrıtan ve rahatsız bir yolculuk olacağını düşünmemiştim. Yine de elbette, tam fil üzerindeyken yağan muson yağmurları ile ıslanmak, ilginç bir deneyim oldu bizim için…
Bu arada ilginç ama çok lezzetli birkaç tropik meyvenin fotoğraflarını da sizler için çektim..
Yarın son iki günümüzü geçirdiğimiz Singapur’u anlatacağım : ))))))